8 Mayıs 2013 Çarşamba

FİLİMDEN ŞİİRE


 “Lili” filmine ve bunun nasıl şiire dönüştüğüne bakalım.
       Lili kimsesiz, kalacak yeri bile olmayan on altı yaşında bir kızdır. Saf, tertemiz bir kalbi vardır Lili’nin:
“Yüzün ruhun kadar aydınlık ya Lili
 Gönlün soğuk sular güzel aynalar gibi ya Lili”
Lili hiçbir şeyi problem etmemekte, hayata bir yerinden tutunmaya çalışmaktadır. İnsanlara karşı hiçbir rezervi olmayan Lili, onlara sonsuz güven beslemektedir. Filmde bir kahraman Lili’yi şöyle tanıtır: “O küçük bir çan gibidir. Nasıl vurursanız vurun, o saf bir ses verir.”
       Tek umudu olan fırıncı akrabasının da ölmesiyle kimsesiz, ortalıkta kalan Lili, iş aramaktadır. İşsiz, bir parça ekmeğe muhtaç aç ve sefil gezinirken “Cabaret de Paris” adlı bir sirkte garson olarak iş bulur. Artık karnı doyacaktır:
“Ekmek ha bakkalın olmuş ha Cabaret de Paris’nin  Sen herhangi bir ekmek yiyeceksin işte Lili  Ekmek ne kadar Allah’ınsa Lili de o kadar Allah’ın Lili”

Lili sirkte garsonluk yaparken bir yandan da sihirbaz Marcus’un gösterilerini izlemektedir. Kutunun içinden çıkan mendilin şekilden şekile, renkten renge girmesini şaşkınlıkla, hayretle izlemektedir:
      “Anladın ya kutunun içinden çıkan mendil
         Olamaz Üsküdar’dan geçeriken bulduğun mendil”
        Ama garsonluğu beceremeyen Lili, “Cabaret de Paris”den kovulur. Tam intihar etmek üzereyken “Hey Lili!” diye bir ses duyar. Bu bir kukladır. Saf ve temiz bir kalbi olan Lili (kimine göre aptal) intihardan vazgeçer ve bu kuklalarla konuşmaya başlar. Sanki karşısında bir insan varmış gibi kuklanın sorduğu her soruyu cevaplar. Kuklaların canlı bir figürle birleşmesi sirkteki herkesin ilgisini çeker. Sirkteki insanlar hayretle bu kuklalarla konuşan kızı izlemektedir. Bu masum olayı sirk yönetimi hemen değerlendirir. Her gün bu “gösteriyi” tekrarlaması amacıyla Lili tekrar işe alınır. Artık her gün kuklalarla bu gösterisini sürdürmektedir. Bu arada Lili, sirkin sihirbazı Marcus’a çocukça bir aşkla bağlanmıştır. Ama Marcus, Lili’nin bu aşkına karşılık vermemektedir. Lili’ye Marcus değil, kuklacı (Pool) âşıktır. Ama bunu Lili’ye ifade edememektedir. Lili de bu durumu bilmemektedir. Kuklacı Pool, çevresiyle uyumsuz, kendisiyle barışık olmayan biridir. Ama perde arkasında Canavar, Bernardo, Margarit ve Havuç Saçlı adlı kuklalarıyla hayata direnmeye çalışmaktadır. Lili, perde arkasındaki Pool’u bilmediği için perde önündeki Pool’den nefret etmektedir. Oysa Lili’nin çok sevdiği kuklaları konuşturan Pool’dür. Günün birinde Marcus’un evli olduğunu öğrenen Lili, Cabaret de Paris’yi terk etmeye karar verir. Ortaya bir kez daha kuklalar (yani Pool) çıkar ve Lili’ye seslenirler: “Lili dur, hoşçakal bile demeden mi gideceksin. Bizi bırakma.”
“Demek bizi bırakıp gidiyorsun Lili
         Bizi öpmeden mi gideceksin Lili”
      Bu arada bir tilki olan Bernardo, Lili’ye bir kürk (tilki kuyruğu) hediye eder. Bernardo bu kürkü borçla almıştır ve eğer borcunu ödeyemezse karşılığında kendi kuyruğunu verecektir:
“Demek gideceksin arkana dönüp bakmayacaksın
Hangi kuş hangi şafakta ölecek görmeyeceksin
Öyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü Lili
Tüyleri şiirler olan bu mahcup kürkü”
        Lili bu veda anında kuklalara içini dökmektedir: “Sizi seviyorum. Siz sanki hep kalbimden geçeni okudunuz. Ne düşündüğümü ne hissettiğimi hemen anladınız.”
“Bu kuklaların kukla olmadığı besbelli  Ne söyledilerse tıpıtıpına gerçek besbelli”
       Bu duygusal atmosferde, bu veda anında kuklalar Lili’ye sarılır. Lili birden bağırmaya başlar: “Ama canlarım benim, siz titriyorsunuz!” Evet, kuklalar titremektedir:
“Kuklalar titremesin ne yapsın
       Adam konuşmasını bilmezse ne yapsın
Kuklaların kukla olmadığı besbelli”
Sonunda bu kuklaların kukla olmadığı, onların arkasında elleri titreyen bir seven olduğunu anlar Lili. Evet, bunlar kukla değildir. Seven bir insanın duygularıdır, titreyen ellerdir. Her şeyi birbirine karıştıran Lili birden karşısında Pool’ü görür. Ve Lili bağırmaya başlar: “Bernardo ve Havuç Saçlı’ya sarılıp ağlıyorum. Onların sen olduğunu unuttum. Hangisi sensin söyle? Neden kuklaların arkasına sığınıyorsun. Kimsin sen?” Kuklacı (Pool) cevap verir: “O kuklalar benim. Ben Havuç saçlıyım: şefkatli ve akıllı. Aynı zamanda Canavarım. Sevilme ihtiyacı içindeyim. Ve Margarit: hassas, kıskanç ve kendine takmış biri. Bernardo’yum, bir hırsız: sözleri yalanlarla dolu bir fırsatçı. Bütün bu özellikleri kendimde topladım. Ve sonunda asıl kukla ben oldum.”
Kafası karışan Lili eline bavulunu alır ve sirkten ayrılır. Pool’ü terk etmiştir. Onu sonra, uzun bir yolda elinde bavulu bütün bu olanları düşünürken görürüz:
“Lili’nin çekip gideceği besbelli(...)
         Eline bavulunu alışı yollara koyuluşu yok mu”
Lili elinde bavulu yolda bir rüya görmektedir. Bu rüyada dört kukla (Bernardo, Margarit, Canavar, Havuç Saçlı) ile birlikte yolda yürümekte ve dans etmektedir. Ama her kukla sonunda kuklacı Pool’e dönüşmekte, onu saçlarından yakalayıp dans etmekte ve sonra da Lili’nin yanından uzaklaşıp kaybolmaktadır:
    “Çirkin adamın güzel adam oluşu yok mu         Yaklaşıp onu saçlarından yakalayışı
Uzaklaşıp yollarda yok oluşu yok mu”

Lili’nin dans ettiği her kukla kuklacı Pool’e dönüşünce, Lili durumu anlar. Aslında sevdiği şey kuklalar değil o kuklaları konuşturan Pool’dür. Hemen sirke geri döner:
        “Lili’nin dönüp geleceği  besbelli”
Lili telâşla koşa koşa sirke gelmiş Pool’ü aramaktadır. Pool’de kaldığı karavanının kapısındadır. Lili, Pool’ün boynuna atılır:
“Adam da tam o zaman kapıdan çıkmaz mı dışarı” Lili’nin adamın boynuna çocukça ve çılgınca atılışı yok mu”
Şair, masumiyeti ve “dilsiz” bir aşkı anlatan, filmi özetleyen şu dize ile bitirir şiiri:
         “Ben konuşmasını bilmem Lili”


NECİP TOSUN/ FİLM DEFTERİ/ DERGAH YAYINLARI


[1] Hasan Aydın, Sine-i Edebiyat, Kinema Dergisi, Sayı 1.
[2] Gustav Janouch, Kafka ile Konuşmalar, Bilgi Yayınevi, s. 88, 1966, Ankara
[3] Pasolini, Hepimiz Tehlikedeyiz, Şehir Yayınları, s. 34, 1992, İstanbul.
[4] Gaeton Picon, Seçme Şiirler (Jacques Prevert), Yön Yayıncılık, s. 13, 1993, İstanbul.
[5] Enis Batur, Kameranın İçindeki Şair, Ve Sinema, Sayı 2.