“Lili” filmine ve bunun nasıl şiire
dönüştüğüne bakalım.
Lili kimsesiz,
kalacak yeri bile olmayan on altı yaşında bir kızdır. Saf, tertemiz bir kalbi
vardır Lili’nin:
“Yüzün ruhun kadar aydınlık ya Lili
Gönlün soğuk sular güzel aynalar
gibi ya Lili”
Lili hiçbir şeyi problem etmemekte, hayata
bir yerinden tutunmaya çalışmaktadır. İnsanlara karşı hiçbir rezervi olmayan
Lili, onlara sonsuz güven beslemektedir. Filmde bir kahraman Lili’yi şöyle
tanıtır: “O küçük bir çan gibidir. Nasıl vurursanız vurun, o saf bir ses
verir.”
Tek umudu olan
fırıncı akrabasının da ölmesiyle kimsesiz, ortalıkta kalan Lili, iş
aramaktadır. İşsiz, bir parça ekmeğe muhtaç aç ve sefil gezinirken “Cabaret de
Paris” adlı bir sirkte garson olarak iş bulur. Artık karnı doyacaktır:
“Ekmek ha bakkalın olmuş ha Cabaret de Paris’nin Sen
herhangi bir ekmek yiyeceksin işte Lili Ekmek ne
kadar Allah’ınsa Lili de o kadar Allah’ın Lili”
Lili sirkte garsonluk yaparken bir yandan
da sihirbaz Marcus’un gösterilerini izlemektedir. Kutunun içinden çıkan
mendilin şekilden şekile, renkten renge girmesini şaşkınlıkla, hayretle
izlemektedir:
“Anladın ya kutunun
içinden çıkan mendil
Olamaz Üsküdar’dan geçeriken bulduğun mendil”
Ama
garsonluğu beceremeyen Lili, “Cabaret de Paris”den kovulur. Tam intihar etmek
üzereyken “Hey Lili!” diye bir ses duyar. Bu bir kukladır. Saf ve temiz bir
kalbi olan Lili (kimine göre aptal) intihardan vazgeçer ve bu kuklalarla
konuşmaya başlar. Sanki karşısında bir insan varmış gibi kuklanın sorduğu her
soruyu cevaplar. Kuklaların canlı bir figürle birleşmesi sirkteki herkesin
ilgisini çeker. Sirkteki insanlar hayretle bu kuklalarla konuşan kızı
izlemektedir. Bu masum olayı sirk yönetimi hemen değerlendirir. Her gün bu
“gösteriyi” tekrarlaması amacıyla Lili tekrar işe alınır. Artık her gün
kuklalarla bu gösterisini sürdürmektedir. Bu arada Lili, sirkin sihirbazı
Marcus’a çocukça bir aşkla bağlanmıştır. Ama Marcus, Lili’nin bu aşkına
karşılık vermemektedir. Lili’ye Marcus değil, kuklacı (Pool) âşıktır. Ama bunu
Lili’ye ifade edememektedir. Lili de bu durumu bilmemektedir. Kuklacı Pool,
çevresiyle uyumsuz, kendisiyle barışık olmayan biridir. Ama perde arkasında
Canavar, Bernardo, Margarit ve Havuç Saçlı adlı kuklalarıyla hayata direnmeye
çalışmaktadır. Lili, perde arkasındaki Pool’u bilmediği için perde önündeki
Pool’den nefret etmektedir. Oysa Lili’nin çok sevdiği kuklaları konuşturan
Pool’dür. Günün birinde Marcus’un evli olduğunu öğrenen Lili, Cabaret de
Paris’yi terk etmeye karar verir. Ortaya bir kez daha kuklalar (yani Pool)
çıkar ve Lili’ye seslenirler: “Lili dur, hoşçakal bile demeden mi gideceksin.
Bizi bırakma.”
“Demek bizi bırakıp gidiyorsun Lili
Bizi öpmeden mi gideceksin Lili”
Bu arada bir tilki olan
Bernardo, Lili’ye bir kürk (tilki kuyruğu) hediye eder. Bernardo bu kürkü
borçla almıştır ve eğer borcunu ödeyemezse karşılığında kendi kuyruğunu
verecektir:
“Demek gideceksin arkana dönüp bakmayacaksın
Hangi kuş hangi şafakta ölecek
görmeyeceksin
Öyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü Lili
Tüyleri şiirler olan bu mahcup kürkü”
Lili bu
veda anında kuklalara içini dökmektedir: “Sizi seviyorum. Siz sanki hep
kalbimden geçeni okudunuz. Ne düşündüğümü ne hissettiğimi hemen anladınız.”
“Bu kuklaların kukla olmadığı besbelli Ne
söyledilerse tıpıtıpına gerçek besbelli”
Bu duygusal
atmosferde, bu veda anında kuklalar Lili’ye sarılır. Lili birden bağırmaya
başlar: “Ama canlarım benim, siz titriyorsunuz!” Evet, kuklalar titremektedir:
“Kuklalar titremesin ne yapsın
Adam
konuşmasını bilmezse ne yapsın
Kuklaların kukla olmadığı besbelli”
Sonunda bu kuklaların kukla olmadığı,
onların arkasında elleri titreyen bir seven olduğunu anlar Lili. Evet, bunlar
kukla değildir. Seven bir insanın duygularıdır, titreyen ellerdir. Her şeyi
birbirine karıştıran Lili birden karşısında Pool’ü görür. Ve Lili bağırmaya
başlar: “Bernardo ve Havuç Saçlı’ya sarılıp ağlıyorum. Onların sen olduğunu
unuttum. Hangisi sensin söyle? Neden kuklaların arkasına sığınıyorsun. Kimsin
sen?” Kuklacı (Pool) cevap verir: “O kuklalar benim. Ben Havuç saçlıyım:
şefkatli ve akıllı. Aynı zamanda Canavarım. Sevilme ihtiyacı içindeyim. Ve
Margarit: hassas, kıskanç ve kendine takmış biri. Bernardo’yum, bir hırsız:
sözleri yalanlarla dolu bir fırsatçı. Bütün bu özellikleri kendimde topladım.
Ve sonunda asıl kukla ben oldum.”
Kafası karışan Lili eline bavulunu alır ve
sirkten ayrılır. Pool’ü terk etmiştir. Onu sonra, uzun bir yolda elinde bavulu
bütün bu olanları düşünürken görürüz:
“Lili’nin çekip gideceği besbelli(...)
Eline bavulunu alışı yollara koyuluşu yok mu”
Lili elinde bavulu yolda bir rüya
görmektedir. Bu rüyada dört kukla (Bernardo, Margarit, Canavar, Havuç Saçlı)
ile birlikte yolda yürümekte ve dans etmektedir. Ama her kukla sonunda kuklacı
Pool’e dönüşmekte, onu saçlarından yakalayıp dans etmekte ve sonra da Lili’nin
yanından uzaklaşıp kaybolmaktadır:
“Çirkin adamın güzel adam oluşu yok mu
Yaklaşıp onu saçlarından yakalayışı
Uzaklaşıp yollarda yok oluşu yok mu”
Lili’nin dans ettiği her kukla kuklacı
Pool’e dönüşünce, Lili durumu anlar. Aslında sevdiği şey kuklalar değil o
kuklaları konuşturan Pool’dür. Hemen sirke geri döner:
“Lili’nin dönüp geleceği besbelli”
Lili telâşla koşa koşa sirke gelmiş Pool’ü
aramaktadır. Pool’de kaldığı karavanının kapısındadır. Lili, Pool’ün boynuna
atılır:
“Adam da tam o zaman kapıdan çıkmaz mı dışarı” Lili’nin
adamın boynuna çocukça ve çılgınca atılışı yok mu”
Şair, masumiyeti ve “dilsiz” bir aşkı
anlatan, filmi özetleyen şu dize ile bitirir şiiri:
“Ben
konuşmasını bilmem Lili”
NECİP TOSUN/ FİLM DEFTERİ/ DERGAH YAYINLARI
[1] Hasan Aydın, Sine-i Edebiyat, Kinema Dergisi, Sayı 1.
[2] Gustav Janouch, Kafka ile Konuşmalar, Bilgi Yayınevi, s. 88, 1966, Ankara
[3] Pasolini, Hepimiz Tehlikedeyiz, Şehir Yayınları, s. 34, 1992, İstanbul.
[4] Gaeton Picon, Seçme Şiirler (Jacques Prevert), Yön Yayıncılık, s. 13, 1993, İstanbul.
[5] Enis Batur, Kameranın İçindeki Şair, Ve Sinema, Sayı 2.
4 yorum:
Yeniden bir şeyler paylaştığını görmek beni çok mutlu etti. Asıl özlemim senin yazıların bilesin. Nur Kürün
Hayatta hiç bir şey yazı kadar şaşırtıcı olamaz(ibn-i zerhani).
Hayatta hiç bir şey yazı kadar şaşırtıcı olamaz(ibn-i zerhani)
Bazen bağır çağır anlatmaya çalıştığımız duygularımızın fısıltılarla dolu bir kaç satırda olurmuş açıklaması bunu öğrenme fırsatını bana tanıdığınız için teşekkür ederim hocam 😌
Yorum Gönder