20 Mayıs 2010 Perşembe

Neden Mutlu Olamıyoruz?

Bundan on sene önce hayata dair neydi hayalleriniz?


Unutmuşsanız hadi beş sene önceyi hatırlayın.

Nasıldı hayalleriniz beş sene önce..?

Neler vardı o hayalinizin içinde ya da kimler?

Neler yapacak, nerelerde olacaktınız, kimlerle..?

Siz de mi hayallerinizi yıktıkları kanaatindesiniz; kendi sorumluluk ve bu duruma sebebiyet veren duruşunuzu hiçe sayarak..?

Hep kötülük elden, her iyilik ve lütuf senden miydi yani?

Peki nelerdi hayalleriniz;

Bir ömür sevdiğinizle beraber olmak…

Evlenmek yuva kurmak, okulu bitirmek, kiradan kurtulup ev sahibi olmak...

Sonra araba almak, çoluk çocuğa karışmak varsa evlendirmek…

Askere gidip gelip iş kurmak, işe girmek…

Belki de zayıflamak, yurt dışına çıkmak, terfi almak vs vs vs.

“Başımızı sokacak bir evimiz olsun da” diye başlıyor en masum isteklerimiz, sonra


“Ayaklarımızı yerden kesecek bir arabaya sahip olmak” diyerek devam ediyor…

Hatta çok idealist ve kendi hayatını kendi elinde zannedenler, beş yıllık kalkınma planı gibi beş yıllık kariyer planını çiziyor…

“Sonunu düşünen kahraman olamaz” sloganını cebimde tutarak yürüyorum şimdi…

Gecekondu ya da diğer adıyla müstakil evde oturanların çoğunun hayalidir bir apartman dairesine çıkmak…

Apartman dairesine çıktıktan bir müddet sonra da -belki de eskiye hasretten- biraz para bulup müstakil bahçeli bir eve çıkmak, kedi köpek beslemek daldan elma koparmak, domates yetiştirmek…

Müstakil ev ile villa arasındaki tek fark gösterişten ibaretken, hangisinde daha mutluyuz peki?

Hayal kurarken mi, hayalleri gerçekleştirirken mi?

Nişanlıyken mi daha mutluyuz üç beş senelik evliyken mi?

İşe girerken mi mutluyuz yoksa işin içindeyken mi?

Evet ‘ayağımızı yerden kesen bir araba olsun yeter’ deriz, ayağımız yerden kesildiği andan itibaren sıfır araba alma hayali, sonra da en büyüğünden bir tane…

Peki hangisinden daha haz aldık?

İlk arabadan mı sıfırından mı?

Aman “maaşlı sigortalı” bir iş olsun da ne olursa olsun diyerek çıktığımız hayat yolunda işi bulduğumuzun senesinde o maaşı biraz da küçümseyerek “karın tokluğuna yaşıyor hatta yaşamıyor sürünüyoruz” demedik mi?

Çiğ süt emmekle alakası var mı bilmem ama kanaatkâr olamamamızı ne ile ifade edebiliriz ki! Hep daha iyisini bulduğumuzda daha da iyisinin olacağı kaçınılmazken üstelik …

Kanaatkâr değiliz, çünkü insanız ve gözümüzü bir avuç toprak doyuruncaya kadar da açız maddi-manevi…

Hayallerimizin gerçekleşenini unuttuk bile;

Gerçekleştiremedikleriniz ise hep içimizde bir ukde…

Nasıl diyordu Behçet Necatigil;

Çölün ortasında
Birkaç damla suya
Hasret çekeriz…
Geminin bordasında
Gözlerimiz yatar pusuya
Sahil bekleriz…
Bulutsuz gök boşluğunda
Ellerimiz uzanır duaya
Yağmur isteriz…
Sudan uzakta susuz
Suyun içerisinde huzursuzuz,
Bütün bir ömür boyu
Gözyaşıyla doluyuz.


                                                                                            Bedirhan Gökçe

0 yorum: